Zamanın durması
|
3. Mayıs 1969 Kuru bir
sezonun sonuydu, ve takımım çıkıyordu. Görevimiz basitti: yolu git, bayrağı dik,
ve yolumuzun açık olduğuna dikkat etmek. Yavaş ilerleyen iki silahlı personel
grubu önümde tozlu yolda ilerliyorlardı. Lady, takım moskotu, yürüyerek
sallanıyordu. Gittiği yolda bir mayın patladığından beri bizimle beraber
gitmiyordu. Koruyucu başlığımı, güneş gözlüğümü giydim ve silahımı, makinalı
tüfek, hazırladım, kampı hızımızı artırarak geçdik. Lady girişde durdu ve
gittiğimizi gördü. Takımımız
monoton ama rahat hız (40 miles per hour) elde etti ve rahat esinti hissettik.
Yolun iki tarafı kilometrelerce çeltik pirinç tarlaları ile düzenli ama değişik
büyüklüğünde, karelere bölünmüşdü. Soluk sarı tarla dibi toprağı saklayamıyordu.
Çeltik tarlaların kil toprakları, büyük kaldırım taşları büyüklüğünde,
kurumuşlar. Her ne kadar arazi düztabandıysa, tarlalar uzağa genişlemiyordu,
fakat birden orman sınırında bitiyorlardı. Bu orman gür,
yemyeşil nipa-palmiyelerden ibaretti ve yirmi ye otuz feet büyüklüğündeydi.
Mekong Irmak Deltasından kimse bu ormandan cevrelenmeden kaçamazdı. Bazen birkaç
mil uzaklığında veya birkaç feet idi. Delta nın yaygın olduğu yerde büyüyorlardı
ve sanki kök sistemi heryerde idi. Biz büyük
şehirleri, köyleri, yolları, gökyüzünü, ana su yollarını, pirinç tarlalarını
kontrol ediyorduk. Orman bölgesi “Charlie” ye aitti. Takım, diesel
motorun gürültüsü ve metrelercer uzun toz bulutları ile, korkunç ormanın yolu
iki tarafdan sıkıştırdığı yere vardık. İç güdüm ormanın kenarını iyice izlemeye
neden oldu. Birden büyük bir anti-tanker mayın komandosu sekiz feet k*çımın
altında patladı. Hemen ne olduğunu anladım, çünkü üç hafta önce takımım
saldırıya uğramışdı, ve kendi kendime “of kahr**, yine oluyor” düşündüm.
Herşeyle ve herkesle beraber yukarıya fırlatıldım. Insanlar, toz, silahlar,
savaş gereçleri, baş koruyucular, C-ration kutuları, bir genişleyen ters koni
oluşturdu, ve ben içindeydim. Yukarıya doğru
gezideyken, dış zaman yavaşladı. Bütün objelerin dönüşü yavaşladı. Doğa dışı
olan yavaşlama ve yoldaşlarımın dönmeleri beni büyüledi, ve kendime sordum “Bu
sonmu? Hepimiz öldükmü?”. Yörüngemin ucundayken, zaman tamamen durdu ve
anlatılmaz sakinlik geldi. Bilincim tamamen normaldi, rüya ile kıyaslayınca,
uyanık iken şuurlu olmak gibi. Ne ise, her yerde her zaman (geçici ve uzamsal)
olan, her şey bilen ve bölünemez bir Bütünlük herşeyi içine çekdi. Bütün uzay,
geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek bir tek merkeze, herşeyin varlığı ona bağlı
olan, çökdü. O değişmeyen. O “Іşık” saf Şuur, herşeyi aydınlatan. Incilin temel
ilkesini anlatan cümle “Vücudun ışığı gözdür: senin gözün tek ise, vücudun tüm
ışık ile dolsun”. Bu büyük Olmayan – çünkü herşeyi içeriyor, ve onun için
kendisi bir nesne değil. Bu nedenle o Herşey-içindeki Herşey. Ayrıca bunun
şüphesiz gerçek olması, birisi uyanıp, uyanık halı nin normal gerçek ve rüyanın
“sadece rüya” olmasını kabul etmesi gibi. Kısaca Tanrı canımı alırken “ben”
artık yoktum, sadece O vardı. Orada kuvvetli saadet, sevgi, şefkat ve tuhaf bir
“déjà vu” (önceden görmek) hissi vardı. Bilim esas yuvam, yurdumu ve herşeyin
esas şahsiyeti bana mucizeli bir şekilde bana açıklanmışdı.
Hayatımın hadiseleri
hızsız ve yargısızca, ayrıntılı ama kronolojisiz, sanki hepsi birden, tekrar
edildi. Bazı olaylar daha vurguluydu. Sonradan, “ben” tekrar var olmaya izin
verilmişdim (bunda seçme hakkım yoktu – kendiliğinden oluyordu). Neyin farkında
olmak istediğsem, bana fırsat verilmişdi, bana sonsuz zaman tanındı. Hayatımın
bu veya şu yönüne bakmaya başladım ve utanılacak bir şeyin olmadığının
neticesine vardım. Aslında bu hayatı dürüst kullanmamıştım ama o zaman sadece 22
yaşında saf biri, neyin önemli olduğunu bilemeyen biriydim. 360 derece
panorama gibi, yolu, ormanı ve üç diğer takımları, (ikisi önümde, biri arkamızda)
görebiliyordum, bütün hadise kafama yerleşmiş, ama kafam vücuduma bağlımıydı
eminsizdim, ama bu durumda bu nokta benim için önemli görünmüyordu. Başka
kelimelerle, hayatım saniye içinde çekilmesi veya kalmam beni ilgilendirmedi.
Sonra nazikce ama sessizce, bu patlama dan sonra ciddi şekilde yaralanmadan,
hayatda kalacağımı “bilgilendirildim”, ve Vietnamı sağlıklı terk edecektim. Bencilce,
dikkatimi olaya verdim ve sakince ve telaşsızca şu sonuca vardım:
1. Aygın kalmam
gerekiyordu, pirinç tarlasının suyunda boğulmamak için
2. gevşek kalmam, en az sayıda kemiklerimin kırılmasını önlemek için
3. Yoldan kenara yuvarlan, beni ölüme doğru ezmemeleri için Aklıma birşey
gelmezken, geriye dönmek ve başlamak istedim.
Üstün bilincim bitti ve
normal uyanık hale döndüm. Yeri 20 feet yükseklikden altımda gördüm ve oraya
düşmeye başladım. Kuvvetli
hayranlıkla ve iyi olmayla geride bırakıldım. Ondan itibaren, kendi kanaatıma
önde gelen, iki kere iki nin dört ettiği gibi, Tanri, benim için, artık din veya
inança bağlı değildi, ikna oldum, çünkü Onu Kendisini gördüm.
Mamafih, onun seven,
şefkatli ve affeden olduğu beni hoş bir şekilde sürpriz etti, Ona bunları izin
vermemişdim. Ona herzaman bana yetişmesine ve el koymasına minnettarim, halen ,
bu olayı otuz yıl sonra yazarken, gözlerim şükranlıktan gözyaşları ile doluyor.
Artık ölümden korkmuyorum, (acı çekmek evet ama ölüm hayır) çünkü, Onun
inayetinde, yağmur tanesi geldiği denizi hatırlar. Malesef, bu deneyimler Tanrı
ya bağlı, bize değil, ama kelimelerime inan, bu her zaman burada ve vardır,
bildiğinden yakınında. Buna benzer
olay, hiçbir zaman, başımdan geçmedi, bu gerçek ve derin büyük bilinci, zayıf
şekilde anlatmaya çalıştım. Mamafih, hatıram
bana teselli olarak kafi geldi ve beni değişikliklere bırakan hayatım,
özellikle zor zamanlarda, rahatlattı.
Üzgünüm, benim
paranormal, alışılmamış, veya psi veya doğa üstü kabiliyetlerim yok, kendime
saygımla, sadece gerçeğin içinde bir ruhaniliğin var olması, sarsıntısız
kanaatım. Sen bir korku yenmek için ateş üzerinde yürürsen, bu üstün bilinçe
kavuşursan, (veya beni öldürmeden veya otuz yıl OM meditasyonu yapmadan) bana
haber ver. Tanrı seni korusun (Zaten korur, ama iyi düşünce).
Deneyim Detayları: